25.02.2022

MİRACIN HEDİYESİ NAMAZ VE MİRAÇ KANDİLİ

MİRACIN HEDİYESİ NAMAZ VE MİRAÇ KANDİLİ

 

İSRA VE MİRAÇ

İsra:  Gece yürüyüşü demektir.

Miraç: Yükseğe çıkmak ve merdiven manalarına gelir.

İslâm ıstılahında ise, İsra; Peygamber (s.a.v)in Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa'ya götürülmesi, Miraç ise Yüce Mevla’nın sonsuz âyet ve kudretini müşahede etmek için yaptığı mucizevi bir yolculuktur.

- Miraç, hicretten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesi vuku bulmuştur.

Miraç, yücelmeyi ifade eder. Miracın tam karşı kutbunda "dünyevileşme" yer alır.

Her peygamberin miracı var;

Her peygamber, hayatlarının "bittim" noktasında miraçla teselli edilmiştir.

Aslında miraç, peygamberlerin zahmetli, çileli tebliğ hayatları için sunulmuş ilahi bir teselli armağanı, manevi bir hediyedir.

Ademoğlu'nun atası Hz. Adem'in miracı Allah'a karşı hatasından dolayı yaşadığı hüznün zirvesinde gerçekleşti. Af müjdesini işte böyle bir miracın sonunda almıştı. Kur'an'ın ifadesiyle "Adem Rabbinden kelimeler almıştı" bunun mekanı Arafat idi. Arafat, yani marifet, yani kendini/kadrini bilme mekanı. Zaten insan ucunda marifet yoksa, niçin "yükselir", nice yücelir, nasıl miraç eder ki?

      Nuh Peygamber'in miracı hüznünün zirvesinde gerçekleşmişti. İhsan edilen uzun ömrünü davet yolunda harcamış,  ancak bir avuç insana ulaşabilmişti. Onlar arasına onca çabasına rağmen bazı yakınlarını katamamıştı. Karada gemi yapma emri, onun miraç hediyesiydi. Tufan, tuğyan ehli için bir felaket haberi, iman ehli için bir kurtuluş müjdesi oldu.

       İbrahim Peygamber'in miracı ateşin içinde gerçekleşti. O, kendisine yardım için gelen vahiy meleğine, işte bu ruhi yüceliş sayesinde "Rabbim bana yeter" diyebilmişti. Hiçbir ateşin böylesine saf bir aşk ve imanı yakamayacağının örneğini ortaya koydu.

 

İsmail peygamber kurban edilirken, Yusuf peygamber kuyuya atılırken, Yunus peygamber denizden kurtulurken, İsa peygamber düşmanları kendisini astıklarını sanırken miraçlarını yaşadılar.

 

Peygamberimiz de davet sürecinin en zor yıllarında miraçla ödüllendirildi. Bedenin bittiği an, ruhun önünde ufuklar açıldı.

Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine yaptığı en görkemli şahitliktir.

Âlemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir.

Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedir Miraç.

- Miraç niçin gerekti?

Mekke’de müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları zulüm ve şiddet tahammül sınırlarını aşmıştı. Müslümanlar üç yıl boyunca her türlü insani ve ticari ilişkiyi ortadan kaldıran büyük bir boykota maruz bırakılmışlardı.

Boykotun sona erdiği günlerde Resûlullah Efendimiz (s.a.s.), önce kendisini daima destekleyen amcası Ebû Tâlib’i, sonra da çok sevdiği hanımı Hz. Hatice’yi kaybetmişti. Hüznün gönülleri kuşattığı, ümitlerin tükenme noktasına geldiği bugünlerde Yüce Allah, habibi Muhammed Mustafa’yı huzuruna kabul ederek İsrâ ve Mirâç ile şereflendirdi.

Resûl-i Ekrem (s.a.s) gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya yolculuk etmiş, “İsrâ” adı verilen bu yolculuk, Ayet-i kerimede:

 

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ {1}

 “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra, 1)

 Mirâç ise, rahmet ve hikmet dolu bu gecede, Peygamberimizin Mescid-i Aksâ’dan göklere yükselip Yüce Allah’tan vahiy almasıdır.

MİRAÇ NE ŞEKİLDE VUKU BULMUŞTUR?

İsra ve miraç olayların nasıl meydana geldiği hakkında islam alimleri farklı görüşler ortaya koymuştur. Bazıları hem beden hem de ruhla gerçekleştiğini söylerken, bir kısım alimler ise Efendimizin bedeninin yatağından ayrılmadığını sadece ruhla vukuu bulduğunu ifade etmişlerdir.

Hadis kaynakları ile siyer kitaplarında isrâ ve mi‘racla ilgili birçok rivayet mevcuttur. Buhârî ve Müslim’de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Resûlullah, Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrâil geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâ’da iki rek‘at namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine “fıtratı seçtin” dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; Rabbi sevgilisine bir takım manevi ihsanlarda bulundu (Buhârî, “alât, 1, Tevîd, 37, Enbiyâʾ, 5, Bedʾü’l-al, 7, Menâıb, 24, Menâıbü’l-enâr, 42; Müslim, “Îmân, 259, 262-263, Feżâʾil, 164;) (T.D.V. İslam Ansiklopedisi, miraç md.)

Miraç olayının Mekkedeki yansımaları

Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.v.) Mekke'ye döndüğünde, şahit olduklarını anlatmaya başlayınca, Kureyşliler fitne krizlerine tutulup deli divane oldular. Kimi, Ebu Bekir (r.a)'a koşuyor; kimi, ellerini çırpıyor; imanı zayıf olanlardan irtidat edenler oluyor, bu olağanüstü mucizeyi bir türlü akıllarına sığdıramıyorlardı. Hz. Ebubekir gibi iman sahipleri ise, ''Evet Mi'raç haktır. Eğer Muhammet (s.a.v.) bunları demişse, doğru söylüyor ve ben bundan daha büyüklerini de kabul ederim'' diyorlardı.

Hz. Ebubekir, Peygamberimizin yanına gelmiş, Miracı bizzat kendilerinden dinlemiş; Allah'ın Resulü anlattıkça, ''Doğru söylüyorsun ya Resulüllah'' diyerek tasdik etmiştir. Peygamberimiz de, ''Sen sıddıksın ya Eba Bekir'' diyerek; ona ''Sıddık'' unvanını vermiştir.

Miracın Manevi Boyutu:

Mirâç, Cenab-ı Hak’tan gelen davete icabet ederek kulluğun gereklerini yerine getirerek, her adımda O’na yaklaşmaktır.

Mirâç, maddeden uzaklaşarak manaya ulaşmak; fânî olandan vazgeçip bâkî olana yönelmektir.

Mirâç, gönül dünyamıza yaptığımız yolculukla imanımızı güçlendirmek ve sıdk makamına erişmektir.

Mirâç, tıpkı Peygamberimizin mübarek yolculuğunda olduğu gibi, Mekke ile Kudüs arasındaki mukaddes bağı korumaktır. Zira Kudüs, bizim gözbebeğimizdir, dilimizdeki dua, yüreğimizdeki yaradır. Kudüs ve Mescid-i Aksâ, bize Peygamberimizin emanetidir. Bizler biliriz ki, mümin mirâçsız, mirâç da Mescid-i Aksâ’sız olmaz.

Peygamberimizi derin bir üzüntüden kurtarıp teselli veren mirâç, elemi, kederi, çaresizliği ve ümitsizliği bir kenara bırakarak yeniden yola koyulmayı anlatır.

Her zorlukla beraber bir kolaylığın olduğuna inanmayı, Rabbimizin rahmetinden ümidi kesmemeyi öğretir.

Mirâcı anlayan mümin, zamanın ve mekânın yegâne sahibi olan Yüce Allah’ın birliğine, büyüklüğüne ve sonsuzluğuna şahitlik eder.

Mirâcı model alan toplum, hak, adalet, dürüstlük, merhamet, kardeşlik ve fedakârlık gibi erdemlerle yücelir.

 Kardeşlerim!

Rabbimiz, İsrâ Sûresinde koyduğu ilahî ilkelerle hem iman hem de ahlâk bakımından kemale ermemizi murat eder.

İsrâ suresi bize;

-Allah’a ortak koşmamayı, yalnız O’na ibadet edip yalnız O’ndan yardım istemeyi,

-Anne ve babaya hürmet etmeyi, güzel davranmayı ve onların dualarını almayı öğütler.

-Akrabaya, yoksula, yolda kalmışlara iyilik etmeyi, cimrilik yapmamayı, müsrif ve savurgan da olmamayı tavsiye eder.

-Bu surede anlatıldığına göre, bir mümini mirâç misali yüceltecek olan, geçim kaygısıyla çocuklarını öldürmemektir. Zinaya yaklaşmamaktır. Kimsenin canına kıymamaktır. Yetimin malına el uzatmamaktır. Verdiği sözü yerine getirmektir. Ölçü ve tartıda noksanlık yapmamaktır. Doğruluk üzere olmaktır. Bilmediği bir şeyin ardından körü körüne gitmemek, kesin bilgi sahibi olmadan hüküm vermemektir. Yeryüzünde böbürlenerek yürümemektir. Kibirlenmemek ve gururlanmamaktır. Çünkü bütün bunlar Rabbimizin sevmediği şeylerdir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) mirâçtan bize hediyelerle dönmüştür;

 “Gözümün nuru” diye nitelediği beş vakit namaz, mirâç hediyelerinin ilkidir. Namaz bizim mirâcımızdır. Namaz bizim dirilişimizdir. Namaz bizim kurtuluşumuzdur. Bizler namazla arınır, her türlü kötülükten korunur, mescitlerde buluşuruz. Vaktinde kıldığımız namazlarımız, en hayırlı amelimizdir.

Miracın ikinci hediyesi, Allah’a ortak koşmayan kimselerin günahlarının bağışlanacağı ve sonunda cennete girecekleri müjdesidir.

Miracın üçüncü hediyesi ise, “Âmenerrasulü” diye başlayan Bakara suresinin son iki ayetidir. Bizler her gün yatsı namazından sonra bu ayetleri okur, imanımızı dile getiririz. Rabbimizin bize öğrettiği dualarla O’na yalvarır ve teslimiyetimizi ifade ederiz:

 

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ {286}

“Ey Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla ve bize acı. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara, 2/286.)

 

KANDİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1. Kur'ân-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli

2. Peygamber Efendimiz (sas)'e salât ü selâmlar getirilmeli

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli

7. Bol bol zikir yapılmalı.

8. Üzerimizde hakkı olanlarla helalleşip rızaları alınmalı.

9.Küs ve dargın olanlar barışmalı ve barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10.Rahmet ikliminden istifade için Rahmanın kapısı çalınmalı dua anahtarırla rahmet  kapısından içeri girip Rahmanın rahmeti istenmeli

11.Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12.Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13.Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

14.Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakat yerine getirilmeli.

15.Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon vb. vasıtalarla tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

16.Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MÜ’MİNİN Mİ’RACI NAMAZ VE ÖNEMİ

 

            Farsça bir kelime olan namaz, Kur’an’da ‘’salât” kelimesi ile ifade edilmektedir. Salat kelimesinin sözlükte dua, namaz,  rahmet vb. anlamlara gelir.

Terim olarak salât; “tekbirle başlayıp selâmla son bulan, belirli hareket ve sözlerden oluşan bedenî ibadeti” ifade eder. Salât kelimesiyle aynı kökten türeyen musallî “namaz kılan kişi” ve musallâ “namaz kılınan yer” anlamına gelir.

            Beş vakit namaz, akıllı, ergenlik çağına giren kadın ve erkek her müslümana farzdır. Belirli şartları taşıyan Müslümanlara günde beş vakit namazın farziyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. 

Beş vakit namazın eda edileceği vakitlere ve ne şekilde eda edileceğine Kur'an-ı Kerim'in bir kısım ayetlerinde mücmel olarak işaret olunmuş, bu işaretler Rasalüllah (asm.)'in kavli ve fiili sünnetiyle açıklık kazanmıştır.

 

Namazla ilgili ayetler ve hadisler:

 
  اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

 “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir Allah yaptıklarınızı bilir (Ankebut 45)

 
  قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى {14} وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى {15}

“Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.” (Ala 14-15)

 
 إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي {14}

  “Şüphe yok ki ben Allah’ım Benden başka hiçbir ilah yoktur O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.” (Taha 14)

 
  وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ{45}

 “Bir de sabır ve namazla ALLAH tan yardım isteyin. Şüphesiz ki namaz huşu sahiplerinden başkasına ağır gelir.” (Bakara 45)

 

قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {162} لاَ شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ{163}

 “Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir O’nun hiçbir ortağı yoktur İşte ben bununla emrolundum Ben müslümanların ilkiyim (Enam 162-163)

 
فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّاً {59} إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْئاً {60}جَنَّاتِ عَدْنٍ الَّتِي وَعَدَ الرَّحْمَنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِيّاً {61}

   “Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevi tutkularının peşine düşen bir nesil geldi Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş yapanlar bunun dışındadır. Bunlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan, Rahman'ın kullarına gaybde vadettiği cennete, Adn cennetlerine gireceklerdir. Şüphesiz, O'nun sözü yerini bulacaktır.” (Meryem,59-61)

 
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ {17} وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحاً إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ {18}

" Ey oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle, başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeğe değer işlerdir. İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez." (Lokmân Sûresi,17,18)
 

وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيّاً {31}

"Bana yaşadığım sürece namazı ve zekatı emretti." Meryem Sûresi (31)
 

وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقاً نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى {132}

“Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.” Tâhâ Sûresi (132)

 

قُل لِّعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُواْ يُقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَيُنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرّاً وَعَلانِيَةً مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خِلاَلٌ {31}

“İnanan kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar, hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar.” İbrâhîm Sûresi (31)

 

حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ {238}

“Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun.” Bakara Sûresi (238)
 

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ {1} الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ {2} وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ {3} وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ

فَاعِلُونَ {4} وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ {5}

“Müminler saadete ermişlerdir. Onlar namazda huşu içindedirler. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. Onlar zekatlarını verirler. Mahrem yerlerini herkesten korurlar (Mü’minun 1-5)

 

مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ {42} قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ {43} وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ {44} وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ {45} وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ {46} حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ {47}فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ {48}

“Suçlulara: "Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?" diye sorarlar. Onlar derler ki: "Namaz kılanlardan değildik. Düşkün kimseyi doyurmuyorduk. Batıla dalanlarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Ölüm bize o haldeyken geldi. Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez.” (Müddessir, 42,43)
 

HADİSLER:

* “İşin başı islam, İslamın direği namaz, en zirvesi ise Allah yolunda cihaddır (Tirmizi)
 

*  “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır (Müslim, Îmân 134) (Ebû Dâvut, Sünnet 14; Tirmizî, Îman 9; İbn Mâce, İkâmes-Salah 77)

 

*  İbni Mes’ud radıyallahu anh  şöyle dedi:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

– Hangi ameller daha faziletlidir? diye sordum.

 – Vaktinde kılınan namaz” buyurdu.

– Sonra hangisi? dedim.

– “Ana babaya iyilik etmek” cevabını verdi.

– Daha sonra hangisidir? diye sordum.

– “Allah yolunda cihâd etmektir” buyurdular. (Buhârî, Mevâkît 5, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48)

 

* Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabb’i: – Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği nafilelerle  tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizî, Mevâkît 188)

 

* Câbir İbni Semüreden, Resûlullah  evinden çıkıp yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:

– “Meleklerin Rableri huzurunda saf bağlayıp durdukları gibi saf bağlasanız ya!”

Bunun üzerine biz: – Yâ Resûlallah! Melekler Rablerinin huzurunda nasıl saf bağlayıp dururlar? diye sorduk. Şöyle buyurdu: – “Onlar öndeki safları tamamlayıp birbirine perçinlenmiş gibi bitişik dururlar.” (Müslim, Salât 119)

 

* Mü’minlerin annesi Ümmü Habîbe Remle Binti Ebû Süfyân radıyallahu anhümâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim: “Müslüman bir kimse, farzların dışında nâfile olarak her gün Allah rızası için on iki rek`at namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir köşk yapar” (Müslim, Müsâfirîn 103)

 

* Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: Resûl-i Ekrem  geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:

– Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun? dedim. Bana cevâben:

 “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Müslim, Münâfikîn 81)

 

* Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: – “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?” Sahâbîler:

– O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem:

– “Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder” buyurdular. (Buhârî, Mevâkît 6)

* Osman İbni Affân radıyallahu anh, Resûlullah :

“Bir müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir.” (Müslim, Tahâret 7)

 

* Cündüb İbni Süfyân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himayesindedir. Dikkat et, ey Ademoğlu! Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin.” (Müslim, Mesâcid 261-262)

 

* Ebû Hüreyre radıyallahu anh ‘den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Münafıklara sabah ve yatsı namazından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur.  İnsanlar bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi.” (Buhârî, Mevâkît 20)

 

* Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir kimsenin cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve çarşı pazarda kıldığı namazdan  yirmi beş kat daha fazladır. O kimse abdestini güzelce alıp, sonra sadece namaz kılmak maksadıyla mescide giderse attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir hatası da silinir. Namazını kıldıktan sonra abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde kaldığı müddetçe, melekler ona: “Allah’ım! Ona rahmetinle muamele et, ona acı!” diyerek dua etmeye devam ederler. O kimse  namazı beklediği sürece namazda imiş gibidir.” (Buhârî, Ezân 30)

 

* “Rasulullah bir sahabeye: “Allah’ın huzurunda çok çok secde et, çok çok namaz kıl Çünkü Allah her secde sebebiyle bir derece yükseltir ve suçlarından birini affeder buyurmuştur
 

 *  “Hırsızın en kötüsü namazından çalandır”
 * “Temizliğini güzel yapıp, namazını vaktinde kılan, ruku ve secdeleri hakkıyla yerine getiren, kalbi huşu ve hudu içerisinde bulunan kimsenin namazı beyaz ve parlak olarak arşa çıkıp der ki: “Sen beni koruduğun gibi Allah da seni korusun
” Namazı vaktinde kılmayan, temizliğine tam riayet etmezse, bu şekilde olan namaz siyah ve karanlık olarak göğe çıkar ve der ki: “Sen beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin ” Sonra Allah’ın dilediği zamana kadar orada durur, ve eski kaftan gibi onu dürüp yüzüne çarparlar
 *“Suyun kiri temizlediği gibi, beş vakit namaz da günahları siler temizler
*“Namaz dinin direğidir
Onu bırakan dinini harap etmiş olur
*“Cennetin anahtarı namazdır”

*“Namazı ilk vaktinde kılanın, son vaktinde kılana göre üstünlüğü, ahiretin dünyaya olan üstünlüğü gibidir
*“Allah beş vakit namazı kullarına farz kılmıştır. Kim abdesti güzelce alır beş vakit namazı vaktinde kılar rükûunu secdesini ve huşu unu tam yaparsa bu kimseye Allah’ın onu bağışlayacağı ve cennete koyacağına dair sözü vardır namazlarını kılmayan kimseye ise Allah’ın bir sözü yoktur. Dilerse onu bağışlar ve cennetine koyar. Dilerse ona azap eder.”[ Ebu Davud salat 9.1 295]

   

Namazın Manevi Boyutu

 

Namaz bir anlamda canlı-cansız bütün varlıkların hal ve duruşlarıyla Allah’ı zikir ve tesbihlerini kapsayan bir ibadet hükmündedir.   Zira kimi varlıklar yüz üstü yer verilerek kimileri başları öne eğik olarak kimileri de dimdik ayakta durarak  sükûnet içerisinde… Kimileri karınları üzerinde, kimileri dört ayak üzerinde, kimileri ise iki ayak üzerinde hareket halindedir.

           Niçin namaz kılmalıyız;

1-Emre icabet için, görevimiz olduğu için,

2-Şükredenlerden olmak için;  ayakları şişinceye kadar gece namazı kılan Peygamberimiz Hz. Aişe ‘ye “şükredenlerden olmayayım mı?” buyurmuştur.

3-Allah katında değer kazanmak için; “Dualarınız (ibadetiniz) da olmasaydı sizler ne işe yarardınız ki?”[ Furkan 77]

4- Ait olduğumuz makama bağlılığımızı ve sadakatimizi bildirmek için

      Günde beş vakit namazı kılanın hayatta en az beş kazancı vardır.

a)  Maddi temizlik

b) Vakitlerini düzene koyma

c)  Günahlarından ve kötülüklerden korunma

d)  Kusurların bağışlanması

e)  Sevap ve Allah’ın rızasının kazanılması

Yüce Rabbimiz, göz kamaştıran güzelliğiyle kâinatı, insan için yaratmıştır. Biz yolumuzu bilmezken, O, göndermiş olduğu kitap ve peygamberlerle bize yolumuzu, yönümüzü göstermiştir.

Yüce Rabbimizin bunca ikramı, biz kullarına nihayetsiz lütfundan bir katredir sadece. Bütün bunlar karşısında bizlere düşen, O’na samimiyetle, sadakatle kul olmak ve nimetlerine şükretmektir.

Bir zikir, bir şükür, bir hamd ifadesi olarak namaz, bizim vazgeçilmezimizdir. Çünkü namaz, arınmadır.

Namaz, günde beş kez bedeni temizlerken, kalpleri de kötülük kirinden uzak tutan, suyundan iyiliğin, erdemin, güzel ahlakın aktığı tertemiz bir pınardır.

Namaz, kurtuluştur; “Hayya ala’l felâh/Haydin kurtuluşa” diye semaları saran ezanıyla, insanı sonsuz rahmetin membaına çağıran kutlu bir davettir.

Namaz, huzura varmaktır. Huzura durmaktır. Huzuru bulmaktır. Mümin için özlemle beklenen bir vuslattır namaz. Günde beş defa Rabbimizle buluşmaktır.

 Kulun bizzat Rabbine arzuhalidir namaz; Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle mümin gönüllerin titremesidir.

Namaz, nice hikmetle dolu manevi bir yolculuktur. Bu yolculukta niyetimiz, zihnimizi ve kalbimizi hazır kılma, varlığımızı Rahman’a sunma ifadesidir.

 Kıblemiz, bir olan Allah’a yönelişimizin, müminler olarak gönüllerimizdeki manevi bağ ve birlikteliğimizin simgesidir.

Bu buluşmanın başlangıcında Allah’ın büyüklüğünün tasdiki olan “Allahu Ekber” ifadesi, yani iftitah tekbiri vardır. Ellerin kulak hizasına götürülmesi, Allah’ın rızasına mâni olan, dünyaya ait ne varsa arkaya atıldığının ifadesidir. İftitah tekbirimiz, bir yönüyle güzelliklere, ahlaka, erdeme kapı aralayışımızdır; bir yönüyle de Allah’tan ve O’nun rızasından başka her şeyden yüz çevirebileceğimizin sembolüdür.

Kıyamımız, her gün bizim için bir istikamet, bir doğruluk dersidir. Kıyam, sadece Allah’a yönelişin ve istikamet üzere duruşun simgesidir.

Kıraatimiz, Cenab-ı Hak ile konuşmamız ve ahitleşmemizdir. Kıraat, kendi âyetleriyle Rabbimize gönülden niyazımızdır.

Rükûmuz, Allah’tan başkası için eğilmeyeceğimizin göstergesidir.

Bize topraktan geldiğimizi ve tevazuu öğreten secdemiz, Rabbimize en yakın olma vaktimizdir. Rükû ve secde, Allah’a kulluğun zirvesine çıkmaktır.

Tahiyyatımız, Rabbimizle ve bütün müminlerle bir esenlik ve barış oturumumuzdur.

Selamımız, namazımızda taşıdığımız ruhu, âdâbı, erkânı hayatımıza taşıma irademizdir. Selam, hem kendimiz hem de omuz omuza, gönül gönüle verdiğimiz kardeşlerimiz için esenlik ve huzur dilemektir.

Namaz, tanıştıran, yakınlaştıran, kaynaştıran bir nimettir. Namaz, genç ile yaşlıyı, zengin ile fakiri, güçlü ile zayıfı, siyah ile beyazı aynı inanç, aynı amaç, aynı idealde buluşturan muazzam bir birlikteliktir.

Namaz, huzurdur; Rabbimizin sayısız nimetlerine şükretmenin verdiği bir sükunettir; türlü meşgale ve hengâmelerle daralan zihinlerimize, gönüllerimize bir şifadır.

 Ve namaz, müjdedir; dünyadaki geçici ihsanların kat be katının, Rabbini terk etmeyen, O’nun sevgisinden vazgeçmeyenler için ebediyen hazırlandığını haber verir.

Unutulmamalıdır ki, dinimizin bizlerden istediği namaz, şekle indirgenmemiş, ruhu yok edilmemiş namazlardır.

Bugün namaz konusunda bize düşen en büyük görev, namazlarımızı samimiyetten mahrum, süresi kısalmış, son ana kadar ertelenmiş, etkisini yitirmiş, solgun namazlara dönüştürmemektir.

Namazlarımızın, merhametimizi artırması, bizi örnek bir insan yapması ve ahlakımıza ahlak katması için gayret göstermektir.

Yüce Rabbimiz, Meryem Suresi’nde Hz. İdris, Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya ve İsa Peygamberlerin tevhid mücadelesini bir bir zikreder. Ardından bu peygamberlerden sonra gelen topluluğun, içine düştüğü kötülüğü şöyle haber verir:

 

فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّاً {59}

“O peygamberlerden sonra bir nesil geldi. Ve onlar, namazı kaybettiler. Namazı zayi ettiler ve kötü arzularına uydular. Heva ve heveslerine tabi oldular. Onlar bu tutumlarından ötürü elim bir azaba çarptırılacaklardır.(Meryem, 59)

Bu âyete göre bir müminin yeryüzündeki en büyük kayıplarından biri namazı kaybetmektir; namazı zayi etmektir. Zira namaz, Rabbimize teslimiyet ve kulluğumuzun en özel ve en güzel tezahürlerinden biridir.

Kerim Kitabımızda namazın sevdalısı olan müminler ne kadar övgüye layık görülmekteyse namazı kaybedenler, namazı zayi edenler de o kadar yerilmektedir. Namazlarının hakkını verip yücelenler ne kadar rahmetle müjdelenmekteyse, kendini bu büyük nimetten mahrum bırakanlar da o kadar uyarılmaktadır. “Namaz, kendisini kılmaya devam eden kimse için kıyamet gününde nur, delil ve kurtuluş beratı olur.” (İbn Hanbel, II, 169.)  

 Biz namazı muhafaza ettiğimiz sürece namaz da bizi muhafaza eder. Biz namazı koruduğumuz sürece namaz da bizi korur. Namaz, bizlerden asla cömertliğini esirgemez. Yeter ki bizler kendimizi namazdan esirgemeyelim. Namaz, bizleri yüceltmekten asla geri durmaz. Yeter ki bizler namazımızı samimiyetimizle yüceltelim.

Bütün bunlara rağmen bugün bizler, hayatın akışına kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki; namazlarımızı ya vaktinde eda edemiyoruz ya da terk ediyoruz. Oysa Peygamberimiz (s.a.s), namazın en faziletlisinin vaktinde kılınan namaz olduğunu belirtiyordu. Güzide müezzinine “Kalk Ya Bilal! Bizi namazla ferahlat!” (Ebû Davud, Edeb, 78) buyurarak hayatın yoğunluğunu namazla hafifletiyordu. Yorgunluğunu namazla gideriyordu. Namazla huzur buluyordu.

Kardeşlerim! Öyleyse geliniz. Hep birlikte kendimize şu soruları soralım: Biz namazlarımıza, namazlarımız da bize sahip çıkıyor mu? Geciktirdiğimiz, geçiştirdiğimiz namazlarımızın nedameti, yüreğimizi sızlatıyor mu? Namazlarımız, bizi Rabbimize bağlayan vuslat ve muhabbet köprüsü mü? Niyetimiz, bizi Rabbimiz ve insanlar nezdinde yücelten ahlakımızın vazgeçilmez bir misakı mı? Kötülüklere karşı bizleri koruyan bir kalkan mı namazlarımız?

“Allahım! Bizi ve aile fertlerimizi namazı hakkıyla eda edenlerden eyle! Rabbimiz! Bizleri namazlarını ihlas, huşu ve samimiyetle kılanlardan eyle! Allahım! Namazlarımızı bizler için her türlü süfli arzu ve isteklerimizden arınma ve ebedi kurtuluş vesilesi eyle!” (Müslim, Tahâret, 14.)

Yüce Rabbimiz, bizleri namazlarıyla yücelenlerden eylesin. Bizleri namazlarıyla arınan, rızasına ulaşan, ebedi nimetlerine kavuşanlardan kılsın. (Bu vaaz hazırlanırken Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan Cuma hutbelerinden ve internet ortamında yayımlanan konu ile ilgili diğer kaynaklardan istifade edilmiştir)

(Raşit ERTUĞRUL / Vaiz / Eskişehir İl Müftülüğü)